Hayat Ertelenmiyor: Başka Bir Hayat Mümkün mü?”
İstanbul’da bir deprem oldu. Çok şükür ki kısa sürdü.
Ama böyle sarsıntılar, insanı hayatı yeniden sorgulamaya itiyor.
Ben de 1999 İzmit Depremi’ni yaşamıştım.
Evimiz yıkılmadı ama o korkuyla aylarca içine giremedik.
İlk zamanlar çadırlarda, sonra babalarımızın kurduğu barakalarda yaşadık.
Kış gelince evlere dönebildik.
Bugün yine aynı sorular zihnimde:
Ne yapıyorum? Bu yaşam gerçekten bana mı ait?
Meslek hayatımın başı İstanbul’da geçti. Renkli hayatını severdim.
Sonra Ankara’ya taşındım. Başlarda “nasıl olsa geri dönerim” diyordum.
Zamanla “iyi ki buradayım” demeye başladım.
Yıllar geçtikçe daha sakin bir hayat isteği büyümeye başladı içimde.
Datça, Kaz Dağları gibi yerler aklımda belirdi.
Ama hayatın gerçekleri vardı: İş, maddi kaygılar, sorumluluklar...
Sonra bir gün meme kanseri teşhisi aldım.
İşte o zaman hayatı yeniden, daha derinden sorgulamaya başladım.
“Ne kadar çalışıyorum?”
“Ne olmak istiyorum?”
“Gerçekten yaşamak istediğim hayat bu mu?”
Bu sorular uzun süre zihnimde kaldı.
Cevaplar hemen adım attırmadı ama zamanla istediğim yönde yol almaya başladım.
Bugün belki birçok kişi küçük bir yerde yaşamanın hayalini kuruyor.
Ama çok azı bu hayali gerçeğe dönüştürüyor. Çünkü:
Sorumluluklar var
Kurulu düzen var
Çocukların okulu, işin getirdiği zorunluluklar var
Küçük şehirlerde iş bulmak kolay değil
Ve böylece çark dönmeye devam ediyor.
Son yıllarda kendime sık sık şu soruyu soruyorum:
“Yaşadığımız hayatın sahibi miyiz, yoksa kölesi mi?”
Üzerine düşünmeye değer...
Deprem 10 yıl önce de vardı. 10 yıl sonra da olacak.
Ama biz o 10 yıl boyunca aynı yerde kalacak mıyız?
Gelir kaynaklarını çeşitlendirmek, alternatif üretmek, yeni beceriler öğrenmek…
Bunlar artık lüks değil, hayatın bize sunduğu zorunlu çıkış kapıları.
Yıllar önce Kaz Dağları’na gittiğimde, bir köyde evinin duvarlarını boyamış, bahçesinde el yapımı süsler satan bir dükkân görmüştüm.
Kapısında şöyle yazıyordu:
“Boşuna hayal kurma, nasılsa hırsların şehri terk etmene izin vermez.”
Bu cümle beni derinden etkilemişti.
Oraya giden herkes “ne güzel bir hayat” der, ama çoğu sadece iç geçirip döner.
Çünkü o hayatı gerçekten isteyen çok az insan, adım atar.
Bu yazıyı 2011 yılında çektiğim bir fotoğrafla yazıyorum.
14 yıl geçmiş.
Bir insan 14 yılda hayatını baştan sona değiştirebilir mi?
İşini, yaşadığı şehri, temposunu, evini…
Elbette değiştirebilir. Ama bir şartla: Başlamak.
Bu yazıyı, iş hayatının mecburiyetleri içinde yorulmuş ama başka bir hayatı düşleyenlere yazıyorum.
Eğer siz de “başka bir hayat mümkün” diyorsanız,
Lütfen onun için bir adım atın.
Hayat gerçekten ertelenmiyor.